Ana Sayfa Arama Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Bugün Dil Bayramı

Dil Derneği Başkanı Sevgi

Dil Derneği Başkanı Sevgi Özel: “Erdemin Başı Dil”

Söyleşi: Orhan Tüleylioğlu/otuleylioglu@hotmail.com

Atatürk, 12 Temmuz 1932’de dernek olarak kurduğu Türk Dil Kurumu (TDK) ile Dil Devrimi’ni başlattı. TDK, Atatürk’ün yönlendirmesiyle, aynı yıl 26 Eylül- 5 Ekim arasında ilk Türk Dil Kurultayı’nı yaptı. Bu Kurultay’a, dönemin bilim ve sanat insanlarının yanı sıra halk da katıldı. Kurultay’da, 26 Eylül’ün her yıl Dil Bayramı olarak kutlanması kararlaştırıldı. 1932’den bu yana ilk Kurultay’ın yıldönümü her yıl Dil Bayramı olarak kutlanıyor. TDK, 12 Eylül hukuksuzluğu sonucu, Atatürk’ün vasiyetnamesi çiğnenerek 1983’te kapatıldı, yasa zoruyla devlet dairesi yapıldı. Kapatılan TDK’nin 34 üyesi, 22 Nisan 1987’de Dil Derneği’ni kurdu. Atatürk’ün başlattığı Dil Devrimini sürdürmek ve “Türkçenin özleşmesini, bütün bilim, teknik, sanat kavramlarını karşılayacak yolda gelişmesini devrimci bir anlayışla ve bilimsel yöntemleri uygulayarak sağlamaya çalışmak” amacıyla yola çıkan Dernek, yıllardır uygar ve barışçı çabalarla bilimsel, yazınsal, ekinsel, sanatsal etkinlikler düzenliyor, birçok çalışmaya öncülük ediyor. Dil Derneği’nce düzenlenen etkinliklerle, 26 Eylül’de Ankara, İzmir ve Bursa’da kutlanacak 86. Dil Bayramı’nın bu yılki başlığı “Erdemin Başı Dil” olarak belirlendi.
Dil Derneği Başkanı Sevgi Özel ile Gazetemiz Yazarı Orhan Tüleylioğlu konuştu:

Bu yıl Dil Bayramı nasıl kutlanacak?
Derneğimiz, pek çok kurumun katılımı ve Çankaya Belediyesi’nin katkılarıyla bu yıl bayramı “Erdemin Başı Dil” başlığıyla kutlayacak. Yönetim Kurulumuz, bir izlence hazırladı. 26 Eylül 2018 Çarşamba günü ilk tören, saat 14.30’da Anıtkabir’de Atatürk’e saygı sunumuyla başlayacak. Saat 18.00’de, Çankaya Belediyesi Yılmaz Güney sahnesine geçilecek.
Değerli Sanatçı Ali Nihat Yavşan’ın sunacağı törende, açılışı Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen ile ikimiz yapacağız. Tarihçi-Yazar Sinan Meydan, “Atatürk’ün Dil Savaşı” başlığıyla dilseverlere seslenecek. Devlet Opera ve Balesi Sanatçıları Hande Uçar, Nihan İnan ve Arda Aktar’ın dilseverlere armağanı, “Türkçe Dinliyoruz!” dinletisi olacak.
Her bayram olduğu gibi, Dil Derneği Ömer Asım Aksoy Ödülü sahibini bulacak. Bu yıl deneme dalında açılan ödüle çok değerli birçok yazarın yapıtı aday oldu. Adnan Binyazar, Yüksel Pazarkaya, Cengiz Bektaş, Feridun Andaç, (aile adına) Sevgi Özel’den oluşan seçici kurul, Dil Derneği Ömer Asım Aksoy Ödülü’nü oyçokluğuyla ‘Türler Arası En Güzel Yolculuklar’ adlı deneme kitabıyla Neşe Aksakal’a verilmesini kararlaştırdı. Bir de ülkemize ve Türkçemize emek veren dokuz Aydın’a 86. Dil Bayramı Onur Ödülü sunacağız.
“Erdemin Başı Dil” dedik bu yıl. Çünkü her alanda erdemli olmanın öneminin vurgulanması gereken bir süreçten geçiyoruz.

Dil bilinci nedir? Nasıl geliştirilir?
Bu sorunuza yanıt vermeden önce, okurlarınızın www.dildernegi.org.tr’den Atatürk’ün TDK’yi niçin kurduğunu, bu kuruma vasiyetnamesiyle niçin gelir bıraktığını, TDK’nin ne zaman, niçin kapatıldığını, Dil Derneği’nin niçin kurulduğunu okumalarını öneririm. Çünkü dil bilinci dediğimiz, aslında yurttaşlık bilinciyle birlikte düşünmemiz gereken insana özgü özelliği, biz, topluca Atatürk’ün devrimleriyle sözden eyleme geçirdik. Türkçe, yüzyıllarca Arapça-Farsça’nın sözcük ve kurallarının boyunduruğu altında tanınmaz durumdaydı. Arap abecesiyle yazılması ve kullanılması zor olan Osmanlıca ile bu topraklarda yaşayan her inanç ve kökenden insanın ortak değer ve çıkarlar için birlikte düşünmesi, birlikte ortak akıl üretmesi, eğitim alması; kısaca bilimde, sanatta, teknolojide üretken olması, ürettiğine ortak dille ad vermesi zordu. Çok uzun zamandır Atatürk’e ve devrimlerine yöneltilen akılcı, bilimsel hiçbir dayanağı olmayan sözler, suçlamalar havada uçuşuyor. ‘Harf Devrimi bir gecede halkı cahilleştirdi, Dil Devrimi geçmişimizle bağları kopardı’ diyenler ölçüyü kaçırdı. Biz, özellikle bu iki devrimle geçmişimizi doğru öğrendik. Çünkü geçmişte halkın neredeyse tamamının okuryazar bile olmadığını, mektup-dilekçe bile yazamadığını biliyoruz. Herkes dedesini-ninesini araştırsın. Atatürk’ü ve devrimleri karalayanların hangisinin dedesi okuryazarmış? Sözü uzatmak gereksiz… Dil Devrimi’ni yadsıyanlar, inanın ne Osmanlıyı ne Osmanlıcayı tanıyor… Osmanlı aydınları, 1800’lerin sonuna gelindiğinde açtığı okullarda hangi dille eğitim yapılacağını, örneğin 2. Abdülhamit döneminde anayasada resmi dilin ne olacağını bilemeyen imparatorlukta en çok dilin iyileştirilmesini tartışıyorlar.

Osmanlı aydınlarının bu çabalarını bugünün aydınları bilmiyor mu?
Bir gerçekten bilmeyenler var; bir de Atatürk ve Cumhuriyet değerlerine savaş açmak için bilip de bilmezden gelenler var. İki kesim de ortalıkta dolanıp duruyor… Pıtrak gibi çoğalan TV’lerde sabah akşam halkı kandırıyorlar. Halkı asıl geçmişten koparan asıl bu iki kesim… Halk, hatta genç doktorlar bile, örneğin 1805’te ilk tıp okulunun açılışını ya bilmiyor ya da çarpıtılmış biçimiyle ezberliyor. İlk tıp okulunun içler acısı, hatta geçmişi tabulaştıranların utanması gereken bir öyküdür. Tıp öğrencilerinin, İstanbul’daki İtalyan eczacılardan İtalyanca öğrenerek doktor olması düşünülmüş… Bu tuhaf uygulama tutmamış elbette… Aynı okul, 1827’de 2. Mahmut döneminde yeniden açılırken, bu kez öğretim dili olarak Fransızca seçilmiş, böylece Türkçenin bilim dili olacağı sanılmış. Yine yanılmışlar. Geçmişimizde tıp okulunun açılışı gibi onlarca yanlış adım ve uygulama var. Osmanlıyı çöküşe götüren de bu. Viyana kapılarına dayanan Osmanlı kapıların ardında yaşanan bilimsel atılımları, matbaayı, teknoloji göremeden yüzyılları tüketmiş.
1900’lere gelindiğinde “yeni lisan” isteyen Ömer Seyfettin gibi aydınlar eleştiri ve önerileriyle susmuyorlar. Atatürk de bu tartışmaları yakından izleyen bir Osmanlı aydını ve daha Kurtuluş Savaşı başlamadan yazı ve dili düşünüyor. Kaynaklar ortada…
İnsanlar anlamadığı, kullanamadığı bir dille özgürce düşünemez. Dil, düşüncenin yansıması değil mi? Cevdet Paşa, Ahmet Vefik, Ömer Seyfettin Ziya Gökalp, Tevfik Fikret ve onlarca Osmanlı bizim geçmişimiz değil mi? 16. yüzyılda yaşayan Fuzuli de Pir Sultan da geçmişimizdir. Yanlışları ve doğrularıyla Osmanlı bizim geçmişimizdir. Doğrularını öğrenir-öğretir; yanlışlarından ders çıkarırız. Atatürk ve arkadaşlarının yaptığı budur. Atatürk’ün öngörüsüyle kazandığımız dünü, bugünü, yarını doğru değerlendirme, sorma, sorgulama bilincini biz, Harf ve Dil Devrimleriyle kazandık. Dil bilincidir bu… Dil bilinci, çarşı pazardan alınmaz; insanın kendisini ve çevresini doğduktan sonra, ilkin evinde sonra eğitimle yaşamın her alanında tanıma, geliştirme, anlatabilme yeteneğidir.

Günümüz yazılı ve sözlü medyasının Türkçesi ile ilgili düşünceleriniz?
İlkin, “medya” sözcüğünün benimsenmesine çok kızgınım. Türkiye, Dil Devrimi başlamadan 1930’lu yıllarda “basın-yayın” sözcüklerini kullanmaya başladı. 80-90’lara gelinceye değin her görüşten, her alandan yurttaşlar basın diyordu. Bugün gazetecilerin bir bölümünün “medya” değil, “basın kartı” var. Ancak çoğu, içinde bulundukları kurumları “medya” diye adlandırıyor. “Medyamız, medyacılar, medyatikleştirmek” gibi Türkçe eklerle kendi sözcüklerine takılmış durumdalar. Onlarca kez yazdık; bizim basın “medya” olup “towers”lara “plaza”lara, yani fildişi kulelere taşındıktan sonra, salt dil değil, yol ve yön de değiştirdi. Günümüzde bilgisayarla hız kazanan, “yazılı ve sözlü medya” olarak kendi içinde bölümlendirilen alanda önce en büyük saygısızlık Türkçe’ye yapılıyor. 1950’lerden bu yana Türkçe’nin eğitim-öğretimi aşama aşama kötüleşti. Bugün her aşamadaki okul ve üniversitelerde Türkçe’nin doğru öğretilmesi, kullanılması, korunması gibi bir kaygı yok. Salt gazeteciler değil, politikacılar, toplumun gözü önündeki kişiler; hatta roman, öykü, şiir vb. yazanlar bile ölçünlü (standart) dil ve yazım birliğinden uzaklar. Çoktan yaygınlaşmış Türkçe sözcüklerin yerine İngilizcesi ya da Arapça-Farsçası öne çıkmaya başladı. Kızmasınlar, isterlerse de kızsınlar; “yazılı ve sözlü medya” dökülüyor.

Sosyal medya ve Türkçe konusunda neler söylemek istersiniz?
Bir de “sosyal medya” tamlaması var. Biz, “internet” için Ali Püsküllüoğlu’nun, Aydın Köksal’ın bulduğu, bulunduğu dönemde çok tartışılan ve artık herkesin kullandığı bilgisayarla birlikte düşünerek ürettiği “bilgisunar” sözcüğünü kullanıyor ve öneriyoruz. Bilgisunar’a girdiğimizde kullanılır olduğunu da görüyoruz. Bugün Türkçe’nin ne durumda olduğunu anlamak için artık her yaştaki insanın dünyasına giren “twitter, facebook” gibi alanlarda dolaşmak yeter… “Twitter”da sözcük kısıtlaması var; “facebook”taki aktarımlarda yok. Ancak benzeri yerlerde Türkçe kötü kullanılıyor. Başı sonu belirsiz bulanık tümceler, yerli yersiz noktalama imleri ve karma bir dil… Özellikle gençler kendini anlatmakta zorlanıyor. Onlara kızmıyorum. Ne verdiysek onu alıyoruz. Çünkü çocuk ve gençlere Türkçe’yi öğretemiyoruz.

Daha güzel bir Türkçe için önerileriniz nelerdir? Bize düşen görev nedir?
Bizden önce devleti yönetenlerin, üniversitelerin Türkçe’ye inanması ve güvenmesi önemli… Atatürk Türkçe’ye güvenmişti. “Bilinçle işlendiğinde” bilim ve sanat dili olarak teknolojide de adlandırma aracı olacağına inanmıştı. Büyük ölçüde bu inanç ve güven yara aldı. Bizler, Türkçe’ye inancı kökleştirme savaşımını sürdüreceğiz. Yılmadan, yorulmadan…

Antakya Gazetesi okurlarına bir iletiniz var mıdır?
Güzel yurdumun birçok iline gittim; gitmediğim il sayısı çok az… Antakyalı okurlar beni bağışlasın, çok istememe karşın Antakya’ya gidemedim. Bir dönem bir öykü yazdım; Antakyalı bir dostumun öyküsüydü. Haftalarca Antakya’yı anlatan kitap ve yazılara gömüldüm; hatta öğrendiklerimle Antakyalı dostları da şaşırttım. Gitmedim; ama tarihsel, ekinsel değeri yüksek bir kent olduğunu biliyorum. Antakya’yı korusunlar. Antakyalılara, aracılığınızla sevgi, saygı sunuyorum.