Ana Sayfa Arama Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Türkiye özel bir ülke…

Antakya ise çok özel…

Antakya ise çok özel…

Araştırmacı-Yazar Aghiad Ghanem: “Bu coğrafyada, ruhi ve ahlaki olarak çok doğuya özgü bir şeyler de var, ama siyasi sistemi ve sosyal yaşamı anlamında da çok batılı bir yüz de… Sanırım, bana İstanbul’da yaşarken iyi hissettiren şey de bu batı-doğu sentezi oldu. Hatta Suriye kökenli bir Fransız olarak, İstanbul’da kendimi her zaman kendi evimdeymiş gibi hissettim.”

Küresel vatandaş kimliğinde, çok dilli ve çok kültürlü insan örneklerinin giderek arttığı günümüzde, hayata ve yaşananlara farklı bir pencereden bakıp da yorum katanlar, sorunların çözüm başlıklarına da bir anlamda kapı aralayanlar… Bugün o isimlerden biriyle konuşalım istedim ve sorularımızı; Suriye kökenli, Fransa doğumlu, Antakya kökleri de olan, Araştırmacı-Yazar Aghiad Ghanem’e sizler için yönelttim.
Fransa’da Institut d’Etudes Politiques de Paris (Sciences Po) ve Türkiye’de Boğaziçi Üniversitesi gibi önemli eğitim noktalarında çalışma yapma fırsatı bulan Ghanem’i bizler için farklı kılan nokta, Türkiye’li Arap Alevileri hakkında Fransızca yazılmış ilk kitabı (Les Alaouites De Turquie Dans Les Relations Turco-Syriennes) kaleme almış olması.
Kendi kökleri noktasında attığı adımları Türkiye ve Suriye üzerinden ele alsa da, araştırma alanını genişletme hedefinde olduğunun altını çiziyor, Aghiad Ghanem. Soy ağacının kök saldığı kentlerden biri olan Antakya için konuşurken de burada olmaktan duyduğu mutluluğu paylaşıyor, ama ekliyor da… “Çok özel bir kentte yaşıyorsunuz, ki buradaki birliktelik, dünyaya örnek olacak kadar özel!”
Arapça ve Fransızca dillerinde müzik de yapan Aghiad Ghanem ile sohbetimize başlayalım mı? Suriye’nin Lazkiye kentinden Türkiye’nin Antakya’sına, oradan da Fransa’nın Paris şehrine uzanan hayatların biriktirdikleri ile devam edelim…

Türkiye’deki Alevi Toplumu’na dair ilk üniversite çalışmasını (Les Alaouites De Turquie Dans Les Relations Turco-Syriennes) gerçekleştiren Suriye kökenli Fransa doğumlu araştırmacı bir yazar olarak, Türkiye’de üzerine çok fazla konuşulmayan bir konuda ilerliyorsunuz. Neden bu konu, diye sorsam, ne söylersiniz?

Bu durum, sanırım köklerimle de alakalı. Çünkü Suriye kökenliyim ve Fransa’da yaşıyorum. Ayrıca babam kanalıyla da Antakya ile de bağlıyım. Antakya’ya ilk geldiğim sene, 2014 senesiydi. O zamanlar şunu hissettim, ki Suriye’de yaşananlar bu kent ve bu kentte yaşayan insanlar nezdinde önemliydi. Bunu hissetmek zor olmadı. Ama garip olan, bu kadar önemli bir konuda, hayatlarını bu kadar yakından ilgilendiren bir başlıkta kimse konuşmuyordu. Aslında konuşmuyor demek yerine, ‘konuşamıyor’ demek daha doğru olacak belki de! Bu duruma neden olan şeyleri sizler benden daha iyi biliyorsunuz…
Buraya gelmeden önce, Fransa’da bulunan diğer azınlıklar konusunda da bazı araştırmalarım oldu. Bu anlamda, Türkiyeli Alevilerin, böylesi ‘uluslararası’ bir konuda (Suriye’de son dönem yaşananlar) nasıl bir tavır aldığını ya da ne derece etkilendiğini araştırmak ve bu konuda bilirkişi konumunda olan ya da sayılan dini ve siyasi entelektüellerle bir araya gelmek istedim.

Tepkiler ne oldu?

Bir araya geldiğim insanlara sorularım tabi ki oldu. Onlara, yaşananlar bağlamında ‘rollerinin ne olduğunu’ ve kendilerini de bu süreçte ‘nereye’ koyduklarını sordum. Tabi bu sorular genelde şaşkınlıkla karşılandı, ki ‘nasıl bir rolümüz olabilir?’ diye soran ve konumlarını bu anlamda sorgulayanlar da oldu. Sanırım onlar, sorunu sadece iki ülke arasında yaşanan siyasi bir durum olarak algılıyor ya da algılamak istiyor. Oysaki uluslararası ilişkilerde sadece ülkeler yok. Bu anlamda ‘toplulukların ve ‘grupların’ da yaşananlara etkisi yadsına-maz. Türkiye’li Alevilerin konu-
mu da bu nedenle çok önemli. Ama verilen cevaplar beklediğim cevaplar olmadı! Kendilerini, yaşanan sürece ya da soruna bir taraf olarak görmediklerini genel anlamda ortaya koydular, ki daha siyasi ve daha organize olmuş bir tavır beklentisinde olduğumu da itiraf etmeliyim.

Fransa’dan ülkeye bakan biri olarak, Türkiye nasıl bir hikaye sunuyor? O hikaye ne kadar Avrupalı, ne kadar Ortadoğulu?

Fransa’dan Türkiye’ye bakıldığında görülen tablo ya da Türkiye’den oraya yansıyan tablo başlığında söylenebilecek çok şey var aslında. Diğer Ortadoğu ülkelerine bakıştan çok farklı, ama daha yakın bir hissiyat olduğunu kesinlikle söyleyebilirim. Zira Türkiye’nin Avrupa’ya etki eden tarihsel bir geçmişi var. Çok klişe olacak belki ama… Türkiye, batı ve doğu kültürleri arasında bir köprü olarak da görülüyor. Aslında buna ben de katılıyorum, ki İstanbul’da, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki çalışmam nedeniyle kaldığım zaman diliminde, bunu bire bir yaşadım ve hissettim. Bu coğrafyada, ruhi ve ahlaki olarak çok doğuya özgü bir şeyler de var, ama siyasi sistemi ve sosyal yaşamı anlamında da çok batılı bir yüz de… Sanırım, bana İstanbul’da yaşarken iyi hissettiren şey de bu batı-doğu sentezi oldu. Hatta Suriye kökenli bir Fransız olarak, İstanbul’da kendimi her zaman kendi evimdeymiş gibi hissettim.

Kitabınızda, Türkiye-Suriye ilişkilerinde ‘Alevilerin’ rolünü anlatıyorsunuz. Peki, o rol ‘ne kadar güçlü’ ya da ‘ne kadar zayıf’ bir rol?

Sohbetimiz esnasında, bana, Kürtlerin Türkiye’deki konumları noktasında bir şeyler sordunuz. Bu kısımdan ilerleyecek olursam eğer… Kürtlerde, hepsinde olmasa bile, kutuplaşma olduğu bir gerçek. Zira kendi siyasi kimlikleri konusunda oldukça netler ve bu kimliği de siyaseten bir çıkış noktası olarak kabul ediyorlar. Ama Arap Alevilerine bakıldığında bu durumu göremiyorsunuz. Çünkü kendi içlerinde geliştirdikleri bir siyasi projeleri yok. O nedenle de statükodan yanalar. Mevcut sistemin işlemesi noktasında duruyorlar. Sonuç olarak siyasileşme kısmında Kürtler kadar yoğun değiller. Ama buna dair talepler de yok değil.

Merak edenler olacaktır… Antakya ile bağınız nedir?

Aslına bakarsanız, Antakya ile ilgili olarak, tarihi ve hayali bir hikayem var. Asıl bağım ise, babamın ailesinden kaynaklı bir bağ. Bu kentle tanışma hikayem ise çok yeni. Çocukluğumdan bu yana anlatılan bir şehir oldu, aslına bakarsanız. Hep aklımdaydı, kalbimdeydi, ama 2014 senesine kadar gelmem mümkün olmadı. Sanırım buradaki akrabalarımla asıl etkileşimim, 2013’te İstanbul’da kaldığım dönemle başladı. Öncesinde tabi ki biliyordum, tanıyordum, ama bu denli bir derin ilişki hiç olmamıştı. Şunu da söylemem gerekiyor ki, Türkçe’yi de burada öğrendim. Ailemde kimse Türkçe bilmiyor.

Antakya’yı sevdiniz mi?

Bu kenti çok sevdim diyebilirim. Açıkçası, çok özel bir şehir. Hem mimari açıdan hem kültürel olarak çok etkileyici bir şehir. Burada şunu görüyorsunuz… Cami, kilise ve havra, yan yana, karşılıklı! Burada çok tarihi bir şeyler var. Bu şehir, size, ‘dünyanın merkezindeymişsiniz’ gibi hissettiriyor. Bu da çok ayrıcalıklı bir his bence. Uygarlık denen şey, biliyorsunuz, sizden farklı olan insanlarla bir arada yaşayabilmektir. Buradaki hayat da bunu özetliyor galiba, ki bence genelde de olması gereken adına güçlü de bir mesaj veriyor.

Antakya’nın Fransa’da bir karşılığı var mı, diye sorsam… Bu kent ne kadar biliniyor?

Türkiye, ülke olarak bilinen bir coğrafya, ama şehir olarak dediğinizde durum biraz farklılaşabiliyor. İstanbul, Antalya, Bodrum, Bursa gibi yerler, bilinen yerler. Ama Antakya dediğinizde çok fazla bilinmiyor. Ancak ismi son dönem mültecilerle çok sık anıldığı için, bu konu başlığında birçok haberle beraber kamuoyunda takip ediliyor. Belki bu bir başlangıç olabilir. Ancak Antakya coğrafyasını dışarıda daha iyi anlatmak ve tanıtmak da gerekiyor.

Fransa’da yaşayan Suriye kökenli biri olarak, hayatının odağında hangi kültür ağır basıyor? Çatışma yaşadığınız anlar oluyor mu?

Açıkçası hiç biri bir diğerinin önüne geçmiyor. Çünkü sahip olduğum tüm kültürler beni bir şekilde besliyor.

Son olarak… Dışarıdan bakanların, Suriye sınırında nefes alıp veren bir coğrafya noktasında tereddütleri olabiliyor ve Antakya’ya, Hatay’a gelme konusunda çekinceleri de… Fransa’dan gelen ve burada da zaman geçiren biri olarak, bu konuda ne söylemek istersiniz? Sizin bir kaygın var mı?
.
‘Tehlike’ dediğiniz şey, insanların zihinlerinde çok kolayca senaryolaştırılabi-len bir kavram. Bölgede, sosyal ya da siyasi anlamda bir gerginlik var, ki bu da kabul edilen bir şey ama… ‘Güvenliği’ kaygı verici bir noktaya taşıyabilecek hiçbir şart ya da nedenle karşılaşmadım. Bence gelsinler ve bu kentte kalsınlar. Kültürel, tarihsel, dinsel ve tabi mutfak lezzetleri açısından çok zengin olan bu şehri keşfetsinler. Bir daha ki sefere arkadaşlarımı da buraya getirmeyi planlıyorum. Hatta bundan sonra daha sık gelip gitme düşüncem var.

Cevaplar için teşekkürler

Röportaj/Tamer Yazar