Ana Sayfa Arama Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Uzlaşma kültürüne ihtiyacımız var

Bilecik, seçim atmosferinin kutuplaşmayı

Bilecik, seçim atmosferinin kutuplaşmayı körüklediğine dikkat çekti

TÜSİAD Başkanı hemşerimiz Erol Bilecik, yaygın basında yaptığı açıklamada, şu anki seçim atmosferinin kutuplaşmayı körüklediğini söyledi, uzlaşma kültürüne ve pozitif düşünceye daha fazla ihtiyacımız olduğunu vurguladı.
Üç seçim, bir referandum ve bir hain darbe girişiminin yaşandığı süreçten geçtiğimizi, bu olağanüstü durumlara rağmen Cumhurbaşkanının ve Başbakanın da dahil olduğu bütün siyasi otoritelere; iş insanlarına ekonominin reforma ihtiyacı olduğunu ve kati suretle erken seçimden bahsedilmemesi gerektiğini söylediğini hatırlatan Bilecik, “Referandumdan sonra genel seçimler için 2.5 yıllık bir süre vardı, Türkiye gibi ekonomisi ve dinamizmi son derece yüksek olan bir ülkede bu süre muazzam derecede önemlidir. Bütün bu süreyi kesintisiz bir biçimde değerlendirmemizin daha iyi olacağını düşünerek erken seçimi benimsemediğimizi söylemiştik. Seçimler dolayısıyla ortaya çıkan belirsizliklerin negatif etkilerini hissediyoruz. Ekonominin beslendiği ve geldiği noktaya bakılırsa makroekonomik istikrarımızda negatif çizgiler oluşmuş vaziyette.
Bizim fikir beyan ettiğimiz konular ‘kutuplaşmanın daha fazla keskinleşmemesi’ üzerinedir. İkiye ayrılmış bir toplumdan bahsediyoruz ve bu uzun zamandır böyle. Kullanılan dil negatif olduğu takdirde seçim atmosferi maalesef bunu körükler ve bu kutuplaşmadaki keskinliği yukarı taşır” dedi.
TÜSİAD siyasi bir kuruluş değildir …
TÜSİAD’ın kuruluş aşamasındaki tüzüğünde 6 geleneksel maddenin varlığından söz eden Bilecik, bunların hukukun üstünlüğü, insan hakları, yüksek demokratik standartlar, bilgi edinme hakları, hatta çevre olduğunu bildirdi ve şunları ifade etti: “Bakın bunları konuştuğumuz yıl 1971. TÜSİAD üyeleri Türkiye’de kurumlar vergisinin yüzde 80’ini öder. Gerek ithalatta, gerek ihracatta neredeyse yüzde 85 civarında bir yapı yine TÜSİAD üyelerinden oluşur. Ve tüm üyelerimiz konuşmalarında insan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü ve demokrasi gibi değerlere atıfta bulunur.
TÜSİAD katiyen bir siyasi kuruluş değildir. Gerek dış dünyadan buraya gelen, gerek bizim dış dünyaya gönderebileceğimiz ihtiyaçları ortaya koyan, bunu siyasi yapılarla ve üyelerle istişarede bulunarak yapan bir yapısı vardır. 2017 yılında TÜSİAD’a neredeyse 10’a yakın farklı, değerli bakanımız gelmiştir, üyelerimizle istişare etmiştir. 2018 yılında 5’e yakın bakan ağırladık, ağırlamaya da devam ediyoruz. TÜSİAD siyasete yapılacak katkıdan çok, iş dünyasının ihtiyaçlarının siyasi çarkların içerisinde doğru yere oturmasını sağlar. TÜSİAD demokratikleşme konusunu tüm faaliyetlerinin ana bileşenlerinden biri olarak tutmaktadır. Demokrasi gündemimizde o dönemde ne varsa, onu dile getirdik. Hukukun üstünlüğünden insan haklarına kadar geniş bir yelpazede görüşlerimizi siyasetçilerle, kurumlarla ve kamuoyu ile paylaşıyoruz. Geçmiş birkaç yılın gündeminin OHAL ve ifade özgürlüğü ile yoğun olduğu malum. Buradaki katkı görevimizi yerine getirmeye gayret ettik; başarılı olduğumuzu umuyorum.
TÜSİAD’da hiçbir zaman kendi üyelerinin menfaatini ortaya koyma motivasyonu olmaz. TÜSİAD için önemli olan Türkiye’nin dünya liginde daha rekabetçi hale gelmesini sağlamak. Herhangi bir şekilde siyasetin içerisinde yer almamız veya siyaseti yönlendirip farklı bir şekle sokmamız söz konusu olamaz. Bunu hiçbir dönem yapmadık. Ayrıca yüksek sesle konuştuğunuz zaman daha haklı olmazsınız. Uzlaşma dilini her zaman ortaya koyan ama doğruları söylemekten kaçınmayan bir yapıda yolumuza devam ediyoruz.”
OHAL kaldırılmalı …
Bilecik, açıklamasında şunlara yer verdi: “Biz üç ana kavramın oturmasını istiyoruz. Bunlardan biri, sürdürülebilir ekonomik istikrar ortamıdır. Bunun için de vergi, istihdam, dijital dönüşüm ve eğitim konusunda reform maddelerinin derhal uygulanması; güvenin tamamen dengelendiği bir atmosferin ortaya çıkması; harcama ekonomisinden vazgeçilmesi ve OHAL’in kaldırılması gerekir. Demokratikleşme ve özgürleşmenin genişletilmesinin hem ekonomiye hem de sosyal kalkınmaya muazzam derecede etkisi olur. Enflasyonun üzerine kararlılıkla gidilmesi gerekir. Arjantin’i bir kenarda tutarsam, gelişmekte olan ülkelerde bizimki gibi çift haneli enflasyona sahip başka bir ülke yok. Yapısal reformları binlerce satırdan oluşan uzun metinlerle, orta vadeli kalkınma planlarıyla boğarak değil; 3-4 satırdan oluşan ve herkesin uzlaşabileceği basit bir şekilde masaya koyup hemen uygulamaya almak gerekir. Çok önemli bir belirsizlik var; cumhurbaşkanı adayları seçim sonrası ekonomiyi kimin yöneteceğini açıklamış değiller. Ekonomide güven çok önemli. Bu anlamda ekonomiyi yönetecek olan kişiler önemli.
Şu an bulunduğumuz zemini iyi etüt etmemiz gerekiyor. Müthiş bir kur dalgalanmasının yaşandığı bir atmosferde yaşıyoruz. Enflasyon maalesef çift haneli, cari açık yüzde 6 civarında, özellikle özel sektörde döviz cinsinden olan borçlarımız üst sıralarda. Masanın üzerindeki risklere bakıldığı zaman, talebe dayalı yüksek büyüme iştahımızın yukarıda olduğu bir konumumuz var. Oysa katma değer üretimlerinin daha yüksek olduğu, ihraç kalemlerinin geliştiği bir ekonomik büyüme kompozisyonunun Türkiye’nin büyüme menfaatleri açısından kritik olduğu kesin. TÜSİAD olarak seçimlerden sonra risklerin masada olduğunu söylüyoruz. Bunların hiçbiri tamamen çözülemez değildir.
Faizlerin yüksek ve paranın yönünün gelişmekte olan ülkelere aktığı ve bizim de bu konjonktürden negatif düzeyde etkilendiğimiz bir gerçek var. Buna göre yeni bir yapının ortaya konulması gerekiyor. 2009-2018 yılları arasında toplam büyüme rakamımız ‘7’ civarında. Baktığınız zaman ‘7’ müthiş bir rakam ama istisnasız sürekli teşviklerle desteklemişsiniz. İnanın burada bir ironi var. Sürekli teşviklerle desteklenmesindense sürekli reformlarla desteklenen bir ekonomimiz olsa şu an durum daha farklı olabilirdi diye düşünüyorum. Hâlâ da olabilir; enseyi karartmamak lazım.
AB ile ilişkilerde en dip noktadayız …
AB üyelik müzakerelerinin devamı bu ülkenin en önemli itici gücü olmuştur. Sadece ekonomide değil, demokratik, sosyal kazanımlarımız da hep bu döneme denk geldi. AB ile ilişkilerde şu an gerçekten en dip noktaya gelmiş vaziyetteyiz. En son yapılan Varna görüşmelerinde en azından geriye adım atılmadı ama zaten en dipteyiz, bu çok net. Buna ilişkin Sayın Cumhurbaşkanı’nın iyi mesajlarını almış olsak da bu anlamda çok önemli atılımlar yapamadığımız da ortada. Artık AB üyeliği müzakerelerinde ve demokratik anlamda atağa kalkan bir Türkiye olması şart. Avrupa Parlamentosu’nun son ilerleme raporunun dili çok sertti ancak önemli işaretler vardı. Rapordaki her satıra hak vermek mümkün olmayabilir ama özeleştiriye açık olmalı ve yapıcı havayı öne alacak şekilde gerçekçi bakmamız lazım. Neredeyse 20-25 madde OHAL’e bağlanmış vaziyette. Bunu yok sayamazsınız. ‘Türkiye’nin bu anlamda hiçbir kaybı yok’ dediğiniz zaman gerçeği ifade etmemiş olursunuz.” -Mehmet ÖZGÜN-