Ana Sayfa Arama Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Antakya’da Kültür-Sanat

Hazırlayan (Mehmet Karasu) Antakya

Hazırlayan (Mehmet Karasu)

Antakya Kitaplığı: Değirmen/ Sabahattin Ali
‘Değirmen’de Sabahattin Ali öykücülüğü/ Prof. Dr. Ulaş Başar GEZGİN
‘Değirmen’ (1935) adlı öykü kitabı, Sabahattin Ali’nin (1907-1948) yayımlanmış ilk öykü kitabı ve ‘Dağlar ve Rüzgar’ (1934) adlı şiir kitabından sonra yayımlanmış ikinci kitabı. Kitap, hem Sabahattin Ali’nin başta 20 yaş öyküleri olmak üzere ilk öykülerini kapsıyor hem de ilerleyen yılların ustalık işi öykülerini sunuyor. 1927’de yazdığı ilk öykülerden ilk öykü kitabına kadar 8 yıl geçmesi gerekecektir.
DEĞİRMEN
‘Değirmen’ (1929), Çingene müzisyenle köylü kızı arasında geçen bir aşk öyküsü. Sen diliyle yazılmış; çergibaşı, anlatıcı olmuş. Akıcı bir öykü. Müzisyen, aşkı için büyük bir feda eyleminde bulunacaktır.
‘Kurtarılamayan Şaheser’de (1929) başkişi, kendini beğenmiş genç bir şairdir. ‘Şaheserim’ dediği yapıtını sevgilisini kazanmak için yazmıştır. Fakat umduğunu bulamayacaktır. Birkaç kere daha dener, ama umduğunu yine bulamaz. Öyküde söyleyiş güzelliğiyle dolu cümleler öne çıkıyor. ‘Kurtarılamayan Şaheser’ olay örgüsüyle masala yaklaşıyor. Masal olarak da okunabilir. Sabahattin Ali’nin daha genç yaşında ustalığını konuşturduğu bir öykü. Sürprizli sonuyla şaşırtıyor.
‘Kırlangıçlar’ (1933) adlı öyküde, bir çift kırlangıcın sohbetini dinleriz. İş, hayatın anlamına kadar varır. Ali, bu öyküde, bir gençlik aşkına gönderme yapıyor gibidir.
‘Viyolonsel’ (1928) adlı öyküde, Afrika’da bir kabileyle yaşayan, ormanda kendi başına viyolonsel çalan bir Avrupalı beyazın başından geçenler konu ediliyor. Neden burada yaşamaktadır? Eşine ne olmuştur?
Kitaptaki ilk 4 öyküde aşk izleğinin öne çıktığını görüyoruz. Sonraki öykülerde izlekler çeşitlenecektir.
BİRDENBİRE SÖNEN KANDİLİN HİKAYESİ
‘Birdenbire Sönen Kandilin Hikayesi’ (1929) adlı öykü, gerilim dolu bir gizemli bina öyküsü…
‘Bir Delikanlının Hikayesi’ (1930) adlı öyküde, bekar erkek odası betimleniyor. Birinci tekilden anlatılan öyküde başkişi, kadın özlemiyle dolu. Bu özlem onu hızla sokaktan birisine sürükleyecektir.
Üçüncü tekilden anlatılan ‘Bir Gemici Hikayesi’ öyküsünde (1930) başkişi, kekeme bir gemici genç. Başkişi ve diğer tayfalar, çalışma koşullarının kötülüğü nedeniyle isyan etme noktasına gelmişlerdir. Başkişi, sağlığının bozulmasından, üç dört yıl sonra elinin ayağının tutmaz olacak olmasından korkar. Berbat yemekler yerlerken, kaptanın odasında et yemesi, bardağı taşıran son damla olur. Açık uçlu biten bir öykü…
BİR ORMAN HİKAYESİ
‘Bir Orman Hikayesi’ öyküsünde (1930), bir ihtiyar, başkişiye bir hikaye anlatır. Öykünün girişindeki orman betimlemeleri ustaca… Öykü, 80- 90 yıl öncesinden ormanın kapitalistlere peşkeş çekilmesini konu ediyor. Bu açıdan, oldukça güncel bir yapıt.
‘Kazlar’ (1933) adlı öykü, bir köyde geçiyor, cinsel açlık içindeki bir öğretmenin gözünden anlatılıyor. Dudu’nun kocası bir cinayet nedeniyle hapistedir. Hapisten mektup gönderir; kendisine 2 kaz göndermesini ister; bunları yöneticilere verip kendini daha iyi bir yere aldıracaktır. Ancak, Dudu’nun 2
kaz göndermesi olanaksızdır. Bulabilecek midir? Bulacaksa nereden nasıl? Olaylar beklenmedik bir biçimde gelişecektir…
‘Bir Firar’ (1933) adlı öyküde, suçlu olmayan bir köylünün işlemediği bir suçu dayak nedeniyle kabul etmek zorunda kalması konu ediliyor. Yazar, 1930’da yazdığı şiirde Atatürk’e hakaret ettiği iddiasıyla bir süre hapis yatar. Hapisliği, öykücülüğünde yeni konular ve yeni kişilikler esinler.
KANAL
‘Kanal’ adlı öykünün açılışı ustaca; halk destanlarını andırıyor:
“Çumra Kanalı’nın suları Beyşehir Gölü’nden çıkarken su rengindedir; Konya Ovası’nda kan renginde… Siz buna, ovanın kırmızı toprağının rengidir diyeceksiniz; ben, Dedemköylü Mehmet’le kardeşinin kanlarının rengidir diyeceğim.
Konya Ovası’nın ufukları mavi değil, sarıdır, sapsarıdır…
Siz bunun, rüzgarın kaldırdığı tozlardan böyle olduğunu söyleyeceksiniz; ben, Konya hapishanesinde yatan Zağar Mehmet’in benzinin sarılığından diyeceğim.” (Ali, 2002, s.69)
‘Kanal’da (1934) toprak ve su kavgası, köyde iki çocukluk arkadaşının ve ailelerinin hayatlarını zehir edecektir.
Önceki iki öyküdeki gibi, ‘Candarma Bekir’ (1934) adlı öykünün Ali’nin hapisliğinden esinlendiği anlaşılıyor. Bu, Çallı Halil Efe’nin neden ağır cezalık olduğunun öyküsü…
‘Sarhoş’ (1933) adlı öyküde, bir kanun sanatçısının aynı gazinoda çalışan şarkıcıya yönelik ilgisini görürüz. Bir türlü onunla yalnız kalamaz. Oysa onu eşi (karısı) beklemektedir ve bu ilgiden rahatsızdır. Sürprizli bir bitiriş okuru bekler.
BİR CİNAYETİN SEBEBİ
‘Bir Cinayetin Sebebi’ (1927) adlı öyküde, bir katilin mahkemedeki konuşmasını dinleriz. Kurbanı sanılan nedenden değil, başka bir nedenden öldürdüğünü öğreniriz. Bu, Sabahattin Ali’nin 20 yaşında kaleme aldığı bir yapıt. Belki de ilk öyküsü…
‘Bir Siyah Fanila İçin’ (1927) adlı öyküde, kaymakam çıkacak bir Mülkiyeli’nin nasıl olup da ayakkabı boyacısı olduğunu görürüz. Öyküdeki kasaba ileri gelenlerinin betimlemeleri, başarılı… Bu öykünün adı, ‘Kaçık’ da olabilirdi… Bu da, Ali’nin 20 yaş öykülerinden…
‘Komik-i Şehir (Ünlü Komik)’ adlı öyküde, kasabaya gelen bir tiyatro kumpanyası konu ediliyor. Yine bu öyküde de, kasabalı betimlemeleri başarılı. Öykü, bize, kasaba ileri gelenlerinin ve idari amirlerin ellerindeki güçle kötülükte sınır tanımayacaklarını gösteriyor.
KAYNAK: Sabahattin Ali (2002). Bütün Öyküleri 1: Değirmen, Kağnı, Ses. İstanbul: YKY. (Evrensel’den)

Konuk Yazar: Bir Değini
Sabahattin YALKIN
Günümüz Şiiri Üzerine zaman zaman yazılar yazılıyor … Abartıya kaçmadan, hedef göstermeden, benim de çoğuna katılacağım konulara değinen yazıları ilgi ile izlerim. Şurası da bir gerçek, ülkemizde hakemsiz oynanan bir oyuna dönmüştür şiirimiz. Daha doğrusu, çok hakemle oynanan bir savrukluk içinde. Kim doğru, kim yanlış anlaşılamıyor. Ne eleştiri, ne de eleştirmen toplumumuzda tam yerini almış görünmüyor. Bu arada iz bırakan birkaç eleştirmenimiz çıktı, derli toplu yıllıklar yayımlandı. Ancak bunlar yeterli değildi. Övülen şiirler ya da şiir kitapları bilimsel, yansız, art niyetsiz bir yere oturtulamadığı gibi, bunlar niçin önemlidir yargısı açık seçik ortaya konulamadı. Yüreklilik isteyen vargılar görülmedi yeterince. Son yıllarda dergicilik, kitapçılık gibi olgular, göz açıp kapayıncaya dek, İnternet’e düşmüş, İnternet’in esiri olmuş durumda. Bizden, dış ülkelerden on binlerce şiir, Laptop’larda cirit atıyor. Doğrusu bu da şiirimize ne getirir, şiirimizden ne götürür, üzerinde durulması gereken bir konu.
Aramızdan ayrılalı 10 yılı geride bırakan meslektaşım Hüseyin Cöntürk’ü anmak istedim burada. Şiirimiz üzerine çağcıl eleştiriler yapan Cöntürk hilesiz bir edebiyatçımız idi. Gözünden kaçmış şiir olmazdı. Son zamanlarda öykü üzerinde yoğunlaşmıştı çalışmaları. Cöntürk ne kimseden alkış isterdi, ne de kolay alkışlardı. Hep genç yazarları, özellikle şairleri mercek altında tutardı.
Cöntürk, gözünü budaktan sakınmaz bir yapıdaydı. Eleştirilerinde çok hırçın davranırdı. Bazı şairlere dobra dobra “ Sende iş yok…Uğraşma bu işle!” diyecek kadar… Kimseye şirin görünmeye kalkmadı; sonunda da küstürüldü. Her gün bir düşünce üreten bu beyin ( Birlikte 15 yıl kadar mühendislik yaptık ) son 30 yılını mühendislikle ilgili teknik yazılar dışında, tek satır yazmadan kapattı. Bence çok yazık oldu edebiyatımız bakımından. Çünkü Cöntürk yeterli İngilizcesi ile dış Dünyanın edebiyatını, yazılanları çok dikkatle izlerdi. Neyi okuyacağını bilen, okuduğunu anlayan bir edebiyatçıydı, diyebilirim. Söylediklerini inandırıcı verilere bağlardı.Hem sağ, hem sol görünen dergileri ayrımsız okurdu. Cahilliğini hissettiği kimselerden hemen kaçardı. Şimdilerde ortalıkta görülenler, onun bilimsel yaklaşımı içinde olamadılar. Ataç, Orhan Burian, Cöntürk, Asım Bezirci… gibi donanımlı birkaç eleştirmenimizden sonra bir boşluk oldu dersek yanılmış olmayız.
Ne ki, bizim gibi düşün dünyası gelişmemiş ülkelerde, eleştiriye soyunmak, bir tür Donkişotluk oluyor. Osmanlılardan kalan yalakalık kurumu dimdik ayakta ve saygınlığını, geçerliliğini sürdürüyor.Hele edebiyatımız ve edebiyatçılarımız eleştiriye karşı, hiç de hoşgörülü değiller.Bu ortamda Batı’dan kopyalama adlar altında üretilen şiir akımlarımız, pek de inandırıcı ve doyurucu olamamıştır.
Şiir Akımlarımızın hangisini ele alsak, hiçbiri üzerinde doğru dürüst bir yargıya varılamamıştır kanımca. Akım dediklerimiz bir taklitten öteye geçebilmiş mi? Bu çok tartışmalı bir durumdur. A akımı ya da B akımı,hangi akım olursa olsun, kimdir sizin
düşün adamınız veya adamlarınız ? diye sorarsanız, yanıt alamazsınız. Sinemacınız, tiyatrocunuz, ressamlarınız, müzisyenleriniz kimler ? Romancılarınız, öykücüleriniz, dramaturglarınız, çevirmenleriniz … Yanıt yok. Çünkü “ Akım “ dendi mi, sanatın bütün dalları bir arada düşünülmek gerekir. Örneğin İkinci Yeniciler içine sokulanlar, yahut kendini onlardan biriymiş gibi göstermeye çalışan şairler, zamanla dağılıp gittiler. Her biri bir telden çalmaya başladı. Daha doğrusu hiç biri dobra dobra “Ben ikinci yeniciyim!” demedi, diyemedi. Ayrı ayrı kendi şiirlerini yazmayı sürdürdüler. Gerçekte insan, babası gibi düşünüp, yaşamını onunki gibi sürdürüyorsa, her hangi bir akım içinde olması mümkün mü … Kişi yaşam biçimini değiştiremedikçe, düşünsel yapısını çok boyutlu kılamadıkça, uluslar arası değerleri yakalayamadıkça, ne şiiri gelişir, ne de sanat ürünleri. Günümüzde görülen tablo aşağı yukarı böyle. Kaldı ki Anadolu topraklarında bin yıldır, bizim diyebileceğimiz bir filozofumuz yetişmedi. Yetişir gibi olanlar da bildik düşünceleri yorumlamaktan öteye geçemediler. Daha bu güne dek, Nazım Hikmet, Dağlarca, Cahit Sıtkı, Can Yücel, Atilla İlhan, Behçet Necatigil… Hangi akım içindedirler, biliyor muyuz? Bu adları bir yerlere yerleştirmeyecek miyiz? Hangi akım içinde nitelendireceğiz? Bu adlar bizden değil mi? Ve de şiirimizde kendilerini kanıtlamış, genel kabul görmüş değiller mi? Bu şairlerimiz ortada mı bırakılacaklar?
Bir edebiyat toplantısındaki konuşmamda, “ Şiir gerdek gecesi gibidir; size sizden başka kimse yardımcı olamaz ! “ demiştim. Homurdanmalar başlamıştı. “ Şair, tek başına yürümek zorundadır; yoksa kalabalığı karışır !” demiştim. Gene homurdanmalar … “ Şiirde üstat müstat olmaz !” demiştim. Gene aynı sesler … Bunları niye söylemiştim ? Şunun için : Hiç kimsenin yaşamının kopyası yoktur. Her yaşamın kendine özgü şiiri vardır. Kopyacılığa başladınız mı, bitersiniz. Çünkü parça parça da verilse, kişi yaşamı boyunca uzun bir şiir yazar. Çok kimse bu ayrımı göremez durumda. Yaşadığım olaylar, Anadolu insanının kendini değişmemeye kurguladığınıgösterdi bana. İşte töre cinayetleri … Kadınları dövmeler, yaralamalar, öldürmeler, tecavüzler… Çocuk işkenceleri, ırza geçmeler sürüp gidiyor. Dışarıya gönderilen işçilerimizin çoğu, ne oranın dilini öğreniyor, ne de Batı’nın yaşamından kendi yaşamına aktarmalar yapıyor. Belki abartılı olacak ama, gidenler nerdeyse oralardan hiç bir şey öğrenmeden, gittikleri gibi dönüyorlar yurda.
Bu arada yazınımızda, mistik motiflerin çokça yer almasına da değinenler var haklı olarak. Ancak bu özel durum biraz açıklanmak ister. Çünkü din kitapları olsun, mitoloji olsun, şiirsel zenginliklerle dolu; hem de göz ardı edilemeyecek denli…
Kanımca şairlerin yararlanabilecekleri çok şeyler var din kitaplarında… Soyut kavramlar ,imge dünyasına açılan birer kapı gibi…Yunan Mitolojisi göz ardı edilemez. Halikarnas Balıkçısı ( Cevat Şakir)özel çabası ile Anadolu Efsanelerini gün yüzüne çıkarmıştı. Elimizde Anadolu Mitolojisi var. Doğu Destanları da okunmalı bir doğulu olarak…Yeter ki yazılacak yazılar, çağcıl bir yaklaşım içinde kurgulansın, yalan ve yanlışlara yer verilmeden sunulsunlar…

HAFTANIN ŞİİRİ
BARIŞ İÇİN/ Ataol BEHRAMOĞLU
Akşam Üstü Bir Kahvede
Bebeklerin Ulusu Yok
“Bellum Omnium Contra Omnes”
Ben Ölürsem Akşamüstü Ölürüm
Beyaz, İpek Gibi Yağdı Kar
Bir Gün Mutlaka
Bu Aşk Burada Biter
Bu Dert Beni Adam Eder
Dörtlükler
Düşmek
Eski Nisan
Gece Vakti Kimdir Kapıyı Çalıp Gelen
Gecenin Geç Saati
Hemingway’in Bir Hikayesinden Çağrışımlarla
Kardeşim Aylardır Hapiste
Ne Anlatır Yunan Şarkıları
Ne Yağmur… Ne Şiirler…
Nicedir Özlemişim
Parkta Rastladığım Adam
Toprağa Düşen
Türkiye, Üzgün Yurdum, Güzel Yurdum
Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var
Yeniden Hüzünle
Yıkılma Sakın

KISA SANAT HABERLERİ
İlhan Berk anıldı
Muğla’nın Bodrum İlçesi’nde, 9 yıl önce 90 yaşında yaşamını yitiren ünlü şair İlhan Berk’i anmak için düzenlenen sergide usta şairin çalışma odası, resimleri ve şiirleri sergilendi.
Bodrum’da 9 yıl önce yaşamını yitiren usta şair ve ressam İlhan Berk, Oasis Alışveriş ve Kültür Merkezi’ndeki Oasis Nural Sanat Galerisi’nde oğlu Mimar Ahmet Berk tarafından düzenlenen sergi ile anıldı. Sergiye İlhan Berk’in oğlu Mimar Ahmet Berk, sanatçılar ve usta şairin sevenleri katıldı. Şairin çalışma masası, resim yaparken ve şiir yazarken kullandığı eşyalar, tabloları ve şiirleri sergilendi.

Oktay Akbal yapıtlarıyla yaşayacak
Edebiyatımızın usta kalemlerinden Cumhuriyet yazarı Oktay Akbal, ölümünün 2. yılında Muğla’nın Ula ilçesine bağlı Akyaka mahallesinde anıldı. Muğla Büyükşehir Belediyesi’yle Akbal’ın son anına kadar yanında bulunan dostlarından Hamdi Yücel Gürsoy’un birlikte düzenlediği etkinliklerde, yazarımızın yapıtlarıyla yaşamaya devam edeceği vurgulandı.

Yaşar Kemal belgeseli ilk kez memleketinde gösterilecek
YÖNETMEN Aydın Orak’ın çektiği ‘Yaşar Kemal Efsanesi’ adlı belgesel film prömiyerini 24. Adana Film Festivali’nde yapacak.
Efsane yazarın hayatının dönüm noktalarını beyaz perdeye taşıyan filmde, Yaşar Kemal’in daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış arşiv görüntülerinden, yüzlerce saatlik kaynaklardan derlenmiş ses kayıtlarından ve binlerce sayfalık dokümandan yararlanıldı. Ara Güler, Arif Keskiner, Zülfü Livaneli, Orhan Pamuk, Aziz Nesin, Türkan Şoray ve Atıf Yılmaz gibi yazarın yakın dostlarının anlatımlarıyla yer aldığı filmi Halil Ergün seslendirdi. Filmde Yaşar Kemal’in bestelenmiş şiirleri de ünlü isimler tarafından seslendiriliyor. Film, yazar Yaşar Kemal’e saygı duruşu olarak ilk kez kendi memleketinde Adana seyircisiyle buluşacak. Uluslararası Adana Film Festivali Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından 25 Eylül-1 Ekim tarihleri arasında düzenlenecek.

Türkçenin büyük kaybı: Emin Özdemir hayatını kaybetti
Yazar, akademisyen Emin Özdemir (86) Ankara’da yaşamını yitirdi. Türk Dil Kurumu’nun eski Yönetim ve Yürütme Kurulu üyeliği ve Ankara Üniversitesi öğretim görevlisi olarak çalışmıştı. Özdemir, Sosyal medya hesabından torunlarıyla birlikte çekilmiş olan fotoğrafını 14 Haziran’da “Torunlarımla birlikte olmak, onlarla aynı havayı solumak dokuz aydır savaştığım kötücül hastalığa karşı direnme gücümü arttırıyor” notuyla paylaştı.
Dil Derneği Başkanı Sevgi Özel, Özdemir’in ölüm haberini sosyal medya hesabından duyurdu. Özel, “Atatürk’ün başlattığı Dil Devrimi ışığında Türkçeye emek veren, ödünsüz devrimci, Öğretmen-Dilci-Yazar Emin Özdemir’i yitirdik, acımız büyük” mesajı paylaştı
Ankara Üniversitesi basın ve yayın yüksekokulu’nda 1974 yılında öğretim üyesi olarak göreve başlayan ve 1996 yılında emekliye ayrılan Emin Özdemir, geçtiğimiz mart ayında, 21 yıl sonra alkışlarla son dersini vermişti…
” (Aydınlık)

Ozanlar Müzesi açıldı
Aralarında Âşık Veysel, Pir Sultan Abdal, Neşet Ertaş gibi birçok ozanın büstlerinin yer aldığı ‘Ozanlar Müzesi’ Sivas’ta açıldı.
Sivas’ta kendi atölyesinde bağlama imalatı yapan Şentürk İyidoğan, yıllardan bu yana hayalini kurduğu “Ozanlar Müzesi”ni ziyarete açtı. Sivas’ın Zara ilçesinde doğan ve ilkokul yıllarından itibaren saz imalatı yapan 48 yaşındaki İyidoğan, uzun yıllardır hayalini kurduğu “Ozanlar Müzesi”ni 4 Eylül Sanayi Sitesi’ndeki atölyesinin önünde bulunduğu alanda tamamlayarak ziyarete açtı. Kendisi de halk ozanı olan İyidoğan’ın ziyarete açtığı müzede Pir Sultan Abdal’dan Âşık Veysel’e, Neşet Ertaş’tan Muzaffer Sarısözen’e kadar birçok ünlü ozanın mini heykeli ve kendi kullandığı sazı bulunuyor. Ziyarete gelenler aynı zamanda ozanların kendi seslerinden türküleri de dinleme fırsatı bulabilecek. Müzenin yapımına piyanist Fazıl Say, Arif – Tolga Sağ, Cengiz Özkan, Erdal Erzincan gibi birçok isim katkı sağladı.

BİR PORTRE: EMİN ÖZDEMİR
Emin Özdemir, 1931 yılında Kemaliye’de doğdu.
Pamukpınar Köy Enstitüsü’nden sonra Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü’nü bitirdi.
Amerika’da Colombia ve Indiana üniversitelerinde ‘metin hazırlama ve anlatım teknikleri’ konusunda eğitim gördü. Hacettepe Üniversitesi temel bilimler fakültesi temel Türkçe bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı.
Ankara Üniversitesi basın ve yayın yüksekokulu, bugünkü adıyla iletişim fakültesi öğretim görevliliğine geçti. Emekliye ayrıldıktan sonra Türk Dil Kurumu’nun çalışmalarına etkin bir biçimde katıldı. Aynı zamanda yıllarca TRT’de yayınlanan bir kelime bir işlem yarışmasında kelime analizi yaptı…(Aydınlık)

Benim Seçtiklerim
1.Sükût Ayyuka Çıkar/Yücel Balku/ Can Yayınları
2.Umut İçin Senfoni/Uğur Kökden/Dafnekitap
3.Şiirin Gizli Tarihi/Refik Durbaş/Doğan Kitap
4.Anılarımda Yaşayanlar/Doğan Hızlan/Yky
5.Toplum Ve Edebiyat/Adnan Binyazar/Can Yayınları